Hz. Ali ve Hz. Muâviye Özelinde EHL-İ HADİS'İN FİTNE HADİSESİNE BAKIŞI
İslam tarihinde fitne hadisesinin kökenlerini, ilk dönem müslümanlarının, Hz. Peygamber’in vefatı ardından karşı karşıya kaldıkları olaylarla ilişkilendirmek icap eder. Vefatla sarsılan ashâb, bu sarsıntıyı atlatmak için zaman dahi bulamamıştı. Ortalıkta dolaşan yalancı peygamberler varken, şaşkınlık ve belirsizlik durumu uzun süremezdi. Hz. Ebû Bekir daha halife olur olmaz birtakım nifak ve riddet hareketleri gibi problemlerle uğraşmak zorunda kalacaktı. Ardından, dönemi bu manada kimseye göz açtırmayışıyla öne çıkan Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle tekrar baş gösteren bu ilk dönem nüveleri, daha sonra yaşanacakların âdeta habercisiydi. Zira Hz. Peygamber’in, fitnenin önündeki kapının kırılması diye nitelediği bir olaydı Hz. Ömer’in ölümü. O kapı kırıldıktan sonra, Hz. Osman’ın bütün müsâmahasına rağmen şehit edilişiyle başlayıp, Cemel Vak’ası ve Sıffîn Savaşı ile devamında vuku bulan hadiselerin yaşandığı, kanlı kargaşa dönemine artık adım atılmıştı.
Tarih kaynaklarımızda bu dönemin, sonraları neden fitne adıyla anıldığını anlamak için, kelimenin etimolojisine bir göz atmak yerinde olur. Arapça sözlükte fetn(fütûn) köküyle yer alır. Altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmeyi ifade eden kök anlamına, derisini kolayca yüzmek için kurbanı sıcak kuma gömmek, kandırmak, gönlünü çelmek ve pusu anlamları gibi eski kullanımları eşlik eder. Kelime zamanla imtihan-belâ-musibet, azap-işkence, nifak-şirk-saptırma, çatışma-kargaşa, bozgunculuk-dert-isyan gibi, insanın zarara uğramasını ifade eden anlamlar kazanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de fitne kelimesinin yer aldığı elliyi aşkın ayette bu değişik anlamların hemen hemen bütünü vardır. Dilimize aynen geçmiş olması ile yazılı ve sözlü edebiyatımızdaki yaygın kullanımı sayesinde, Türkçede kelimenin zihnimizde betimlenen kavramı ifade edişi son derece yeterlidir.
Fitne hadisesini, başta değindiğimiz üzere ilk dönem müslümanları olan sahâbîlerin yüz yüze kaldıkları olaylar olarak değerlendirmek büyük önem arz eder. Çünkü gerek bu kitapta konu edilen Hz. Ali ve Hz. Muâviye özelinde her iki sahâbî, gerekse adı şu ya da bu şekilde karışan diğer sahâbîler bu fitnenin öznesi değil, zarar gören mağdurlarıdır. O sebeple her ne kadar bu siyasî çalkantı döneminin aktörleri arasında olsalar da, Ehl-i Sünnet onları tebrie eder. Onların şüphe ve zandan âri temiz kişiliklerine, Allah’ın seçkin kulları olduklarına şahitlik eder. Adaletlerine gölge düşürecek her türlü düşünceyi reddederler. Ehl-i Sünnet dışındaki birtakım fırkalar ise, bu hadiseyi sahâbenin kadrini düşüren şahsî ve siyasî bir kavga şeklinde yorumlarlar. Hâlbuki hiçbir sahâbî fitne olayında asla şahsî bir hesap gütmemiştir. Onların her biri sadece kendi içtihatlarının, İslam’ın ve müslümanların selâmetine olduğu düşüncesiyle hareket ediyordu. Kötücül yaklaşımlar ve art niyet taşıyan bazı mezhepsel ithamlar dolayısıyla, Ehl-i Hadîs de bu konudaki tarihî rivâyetlere son derece ihtiyatlı yaklaşmıştır. Buna binâen, rivâyetlere hakim olmaları nedeniyle Ehl-i Hadîs ekolü mensuplarının fitne hadisesini, aktörleri özelinde nasıl değerlendirdikleri önem taşır. Bizce Dr. Öğr. Üyesi Necmi SARI’nın “Hz. Ali ve Hz. Muâviye Özelinde Ehl-i Hadîs’in Fitne Hadisesine Bakışı” adlı eseri bu yöne ışık tutan değerli bir çalışmadır.
- Açıklama
İslam tarihinde fitne hadisesinin kökenlerini, ilk dönem müslümanlarının, Hz. Peygamber’in vefatı ardından karşı karşıya kaldıkları olaylarla ilişkilendirmek icap eder. Vefatla sarsılan ashâb, bu sarsıntıyı atlatmak için zaman dahi bulamamıştı. Ortalıkta dolaşan yalancı peygamberler varken, şaşkınlık ve belirsizlik durumu uzun süremezdi. Hz. Ebû Bekir daha halife olur olmaz birtakım nifak ve riddet hareketleri gibi problemlerle uğraşmak zorunda kalacaktı. Ardından, dönemi bu manada kimseye göz açtırmayışıyla öne çıkan Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle tekrar baş gösteren bu ilk dönem nüveleri, daha sonra yaşanacakların âdeta habercisiydi. Zira Hz. Peygamber’in, fitnenin önündeki kapının kırılması diye nitelediği bir olaydı Hz. Ömer’in ölümü. O kapı kırıldıktan sonra, Hz. Osman’ın bütün müsâmahasına rağmen şehit edilişiyle başlayıp, Cemel Vak’ası ve Sıffîn Savaşı ile devamında vuku bulan hadiselerin yaşandığı, kanlı kargaşa dönemine artık adım atılmıştı.
Tarih kaynaklarımızda bu dönemin, sonraları neden fitne adıyla anıldığını anlamak için, kelimenin etimolojisine bir göz atmak yerinde olur. Arapça sözlükte fetn(fütûn) köküyle yer alır. Altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmeyi ifade eden kök anlamına, derisini kolayca yüzmek için kurbanı sıcak kuma gömmek, kandırmak, gönlünü çelmek ve pusu anlamları gibi eski kullanımları eşlik eder. Kelime zamanla imtihan-belâ-musibet, azap-işkence, nifak-şirk-saptırma, çatışma-kargaşa, bozgunculuk-dert-isyan gibi, insanın zarara uğramasını ifade eden anlamlar kazanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de fitne kelimesinin yer aldığı elliyi aşkın ayette bu değişik anlamların hemen hemen bütünü vardır. Dilimize aynen geçmiş olması ile yazılı ve sözlü edebiyatımızdaki yaygın kullanımı sayesinde, Türkçede kelimenin zihnimizde betimlenen kavramı ifade edişi son derece yeterlidir.
Fitne hadisesini, başta değindiğimiz üzere ilk dönem müslümanları olan sahâbîlerin yüz yüze kaldıkları olaylar olarak değerlendirmek büyük önem arz eder. Çünkü gerek bu kitapta konu edilen Hz. Ali ve Hz. Muâviye özelinde her iki sahâbî, gerekse adı şu ya da bu şekilde karışan diğer sahâbîler bu fitnenin öznesi değil, zarar gören mağdurlarıdır. O sebeple her ne kadar bu siyasî çalkantı döneminin aktörleri arasında olsalar da, Ehl-i Sünnet onları tebrie eder. Onların şüphe ve zandan âri temiz kişiliklerine, Allah’ın seçkin kulları olduklarına şahitlik eder. Adaletlerine gölge düşürecek her türlü düşünceyi reddederler. Ehl-i Sünnet dışındaki birtakım fırkalar ise, bu hadiseyi sahâbenin kadrini düşüren şahsî ve siyasî bir kavga şeklinde yorumlarlar. Hâlbuki hiçbir sahâbî fitne olayında asla şahsî bir hesap gütmemiştir. Onların her biri sadece kendi içtihatlarının, İslam’ın ve müslümanların selâmetine olduğu düşüncesiyle hareket ediyordu. Kötücül yaklaşımlar ve art niyet taşıyan bazı mezhepsel ithamlar dolayısıyla, Ehl-i Hadîs de bu konudaki tarihî rivâyetlere son derece ihtiyatlı yaklaşmıştır. Buna binâen, rivâyetlere hakim olmaları nedeniyle Ehl-i Hadîs ekolü mensuplarının fitne hadisesini, aktörleri özelinde nasıl değerlendirdikleri önem taşır. Bizce Dr. Öğr. Üyesi Necmi SARI’nın “Hz. Ali ve Hz. Muâviye Özelinde Ehl-i Hadîs’in Fitne Hadisesine Bakışı” adlı eseri bu yöne ışık tutan değerli bir çalışmadır.
Stok Kodu:978-975-6415-57-3Boyut:13,5 X 21Sayfa Sayısı:192Basım Yeri:İstanbulBaskı:1Basım Tarihi:Mart 2023Kapak Türü:CiltsizKağıt Türü:Enso CreamyDili:Türkçe
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.